‘Siz bakmayın ona o çok fena, bile bile yapıyor.’
‘Aklı öyle de güzel eriyor ki bi’ bilseniz, parmağında oynatıyor beni,’
‘İstediği olmayınca ya ağlar ya dövünür, baş edemiyorum artık,’
‘Ağlamadan söyle çocuğum, ağlamaaa’
‘Ağla o zaman, susana kadar yapmıyorum istediğini!’
Tanıdık geldi mi? Bu cümleleri ya kendinizden ya da etraftaki birilerinden biliyorsunuzdur.
Peki bu işin oluru bu mu? Yani doğduğu günden beri koynumuzda öpe koklaya büyüttüğümüz küçük insanlar ‘biraz’ büyüdü ve cümlelerimizi anladı diye bitti mi o cicim ayları? İçlerinden çıkan ‘canavara’ rağmen, işleri yoluna koymanın bir yolu yok mu? Biz kötü anne babalar, onlar da yaramaz çocuk mu olacak hikayenin sonunda. Meşhur terrible two (korkunç 2 yaş, 2 yaş sendromu) kapıda mı?
Uzman Klinik Psikolog Börte Özdemir, işte tam da burada lafa giriyor ve röportajımız da burada başlıyor. Instagram’da beraber derlediğimiz sorulardan yola çıkıp sohbet ettik. İyi okumalar sevgili ebeveyn, hepimize şifa olsun. Börte Özdemir ile ilgili bilgiye sayfanın en sonundaki paragraftan ulaşabilirsiniz.
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: ‘’Ebeveynler bebeklerinin ağlamasına dayanamaz, yenidoğan günlerinden itibaren aylarca bu sesle uyarılır, bebeğin ihtiyacına koşulsuz koşarlar. Bu içgüdü değişmese de yerini zamanla ‘Ağlamadan söyle,’ye bırakabiliyor. Bebeğin hem gözle görülür bir büyüme geçirmesi hem de artan algılarına bakınca, ebeveynlerin bebeklerden beklentileri artabiliyor. Oysa onlar hala çok küçükler. Bir sürü yeni yetenek kazanmış olsalar da önlerinde daha aşılacak çok engel var. Bu da onları hem yoruyor, hem de zorluyor. Anne baba bakış açısını değiştirdiğinde, cephe almak yerine anlamaya çabaladığında zaten sorunların büyük kısmı çözülüyor. Bu röportajın bel kemiği bu küçük not olsun.
Zennube: Bebeklikten çocukluğa geçerken ‘sınır koyma’ en merak edilen sorulardan sanırım. Bir de hayır demek/dememek üzerine çok soru gelmişti. Bunu takip eden soru da, taviz mi yoksa esneklik mi? Bu konuyla başlayalım mı? Savaş gibi bir hal alıyor bir yerden sonra sanki ebeveyn-çocuk ilişkisi?
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: Savaşı başlatan, ‘bana inat yapıyor, beni kızdırmak için yapıyor, kızacağımı bile bile yapıyor’ bakışı aslında. O ana kadar orada zorlanan, içinde bulunduğu duruma tepki veren bir çocuk ve yanında bir ebeveyn var. Ne zaman ki ebeveyn bunun kendisine yönelik, inattan, bile bile yapılan bir tavır olduğunu düşünmeye başlıyor, orada savaş pozisyonunu alıyor ve sorun başlıyor.
Çocukların aşamadıkları, zorlandıkları şeylerle karşılaştıklarında verdiği tepkiler vardır, bu tepkiler ebeveyni rahatsız edebilir ama ebeveyne inat olsun diye değildir. Orada yapılması gereken çocuğun neyde zorlandığını fark etmek, yardım teklif etmek, o anki duygularını anlamasına yardımcı olmaktır.
Çocuğu öfke ya da ağlama krizine giren bir ebeveyn, ‘Şu anda çocuğum zor bir durumda. Bu tavrı bana değil, hislerinden dolayı böyle, bunun sonucunda ortaya da bir durum çıkartıyor,’ diye görmeye çabalayabilir.
Bebek henüz konuşmazken ya da yürüyemezken ağladığında hemen kucağa alınıyor. Şefkat otomatik olarak ortaya çıkıyor. Ama bebek biraz büyüdüğünde, 2-3 yaşına geldiğinde bu şefkat neden ortaya çıkmıyor? Bu bakış açısıyla ‘bebek değil, artık büyüdü’, ‘artık konuşuyor, derdini anlatsın.’ diyor anne baba ve o şefkati geri çekiyor. Aslında bir insanın anne babasına ihtiyacı hiç bitmez, ömür boyu farklı biçimlerde devam eder.
Zennube: Peki, ‘ağlamadan söyle,’ diyoruz bazen. Sahi bu çocuklar neden hala ve çok ısrarla ağlayabiliyor? Kimi ebeveyn bizimki henüz konuşamıyor sinirden ağlıyor diyor, kimisi konuşabilse bile isteğini ağlayarak dile getiriyor. Kızım mesela, önceden mis gibi anlatırdı derdini kelimelerle ya da kelimesiz. Şimdilerde hiç anlatmayı denemeden ‘Anniieeğğ’ diye ağlamaklı bir sesle geliyor. Nedir bu çok ağlamaların sebebi, çözümü. Nasıl yaklaşalım?
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: Buraya bir adım geriden, yukarıdaki bilgilerden devam edeyim. Büyüdükçe farklı engeller ve farklı zorlanmalarla karşılaşıp farklı duyguları hissetmeye başlıyorlar. Her gün, eskiden karşılaşmadığı bir şeyle karşılaşıyor. Eskiden sandalyeye ulaşamazken şimdi ulaşıyor ama çıkamıyor. Sürekli bir adım ileriye gidiyor ancak devamlı bir ‘yapamıyor olma zorluğu’ var. Onlar için dünya çok büyük, onlarsa çok küçükler ve bir sürü şey onların kontrolünün çok dışında gelişiyor.
Ebeveyn olarak şunu hatırlamak önemli, ‘çocuğum zaten gün içinde benden hariç pek çok zorlukla karşılaşıyor.’ O kaşığı, bıçağı alamıyor olmak bile onun için çok büyük bir zorluk. Bize göre küçük olan bu zorluklar onun sinir sistemini zaten geriyor ve meşgul ediyor. Devamlı bir zorlanma ve gerilme hali, patlamaya hazır bir bomba var. Bunu görmek önemli.
Zennube: Bir de sanırım küçükken hedefler de küçük. Bu oyuncağı şunun üstüne koyayım, hah oldu, oley! Ama şimdi, biz yetişkinlerin yapabildiği ne varsa hepsini taklit etme isteğiyle dolu kızım ve o isteği, yapamadığındaki hayal kırıklığını yüzünden okuyoruz. Bir ayakkabıyı kendi giyemediği için yaşadığı hayalkırıklığı gözlerinden okunuyor mesela.
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: Bebeklikte kendisini annesiyle bir gören bebek sağlıklı bir gelişim süreci geçirdiyse, 2 yaşa doğru artık ‘annem başka biri ben başka biriyim’i idrak etmeye başlıyor. Doğduğunda beri bir bireydi evet ama artık bunu fark ediyor. Annem yapabiliyorsa ben neden yapamayayım? Bunu düşünüyor. ‘Ben yapacağım’ tutturmaları da bu dönemde başlıyor.
Bebek ‘bu zamana kadar deneyimlediğim her şey beni oluşturdu’ diye hissediyor ve varolmaya çalışıyor. Bu sırada da her yeni aşamada zorlanıyor.
‘Ben yapamadım, ben yapacaktım,’ bunlar yeni duygular ve dolayısıyla buna bir tepki çıkması gerekiyor. Tepki verme konusunda bir repertuarı yok aslında.
‘Çatala uzanmak istedim ama annem elimden aldı, şimdi ne tepki vereceğim?’ Bu sorunun cevabı olan tepki yok çocukta, öyle bir geçmişi yok çünkü şu anda oluşuyor bu yeni tepkiler ve hisler. Bir referans olmadığı için, çocuk elindeki en eski referansa bağlanıyor ve ağlıyor. O ağladığında küçükken kucağa alınıyordu, dolayısıyla ağladığında bir şeylerin çözülüyor olduğu bilgisi var elinde. Buna güvendi ve zorlanınca ağlıyor. Ama biz artık sözel aşamaya da geçmesini istiyoruz. Sözlerle de derdini ifade etmesini istiyoruz.
Burada bizim sözel desteği fazlalaştırmamız gerekiyor. Yani ağladığında sarılmak ve konuşmak, zorlandığını, neden zorlandığını dile getirmek. Ya da ağlama aşamasına gelmeden gözlemlerken dile getirmek. Hani o ayakkabıyı giyemediğinde gözünde gördüğün hayalkırıklığı var ya işte o anda konuşmak. ‘Ayakkabıyı giymek istedin ama yapamadın, ben sana göstereyim, yardım edeyim’ demek krizleri önleyebilir ya da o ağlama halini biraz aşağı çekebilir. Birkaç seferden sonra çocuk ‘anne ben üzüldüm, anne yapamadım’ deme aşamasına geçiyor. O ağlamanın yerine sözelleştirmeye geçiyor.
Bu ağlamalar ne kadar şiddetli, yerlerde tepinme hali ne kadar çoksa, sözele geçme de o kadar zor oluyor. Her çocuk farklı olduğu için, sözelleştirme aşamasına geçişte de farklı süreler mevcut. Çünkü her çocuğun hassasiyeti, regülasyon kapasitesi, yaşadığı zorluk derecesi farklı.
Zennube: Peki ne önerirsin bu durumda? Kimi aileler çocukların çok fazla agresifleştiğini söylüyor. Her aile farklıdır tabii ama genel olarak önerebileceğin bir şey var mı? Ya da mesela ‘sen onu yapamazsın çünkü küçüksün,’ gibi cümleler kurmak sorun değil midir yoksa kaçınmalı mıyız?
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: Bazı çocuklar niye yapamadığına dair daha çok gerekçe ister. Bu durumda ‘sen çok küçüksün, yapamıyorsun’ demek yerine ‘ellerin biraz daha büyüdüğünde yapabileceksin’ demek daha pozitif olabilir. Aslında yapamadığını söyleyen ama yine de pozitif cümlelerle.
Bazı çocuksa duymak istemez gerekçesini çünkü yapamadığını duymak istemez. Biraz çocuğunu tanımak lazım.
Eğer çocuk ‘hep ben kazanayım’ evresindeyse zaten bu işe yaramayacaktır. Orada sadece anlayışla karşılamak ve yaşadığı zorluk için duygusal destek vermek en temel şey.
Zennube: Bir ara konuştuğumuzda ebeveynlerin role girerek yenik düştüğü, çocukların kazandığı oyunlar iyi olabilir demiştin. Böyle durumlarda bu denenebilir mi?
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: Evet o oyunlar faydalı olur ama 2 ya da 3 değil 4 yaşta biraz daha verim alınabilir bu tür oyunlardan. Oyunda anne yeniliyormuş gibi yapıyor ve çocuk buna gülüyor. Bu sahnede nöronlar devreye giriyor, empatik bir algılama evresi başlıyor ve ‘ben yenilmiştim şimdi annem yenildi’ diyor. Bu tür 3-5 egzersizden sonra çocuk kendisi de yenildiğinde daha normal karşılamaya başlıyor.
Bu oyunlar ufak çocuklarda da denenebilir bir zararı yok ama asıl 4 yaş civarında etkili olur. Bir de şu var, erken yaşlarda görülen bazı şeyler 4 yaşa kadar anneden babadan gelen güçlü destekler ve çocuğun başka alanlardaki becerilerindenden dolayı zaten çözülebilir. Bu durumda hiç gerek kalmıyor bu oyunlara. Biraz zamana ve çocuğa bağlı.
Zennube: Oyun demişken, Aletha Solter’ın Oyun Oynama Sanatı isimli kitabını aldım geçen gün. Ne dersin, öneriyor musun?
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: Aletha’nın her kitabını okuyabilirsin, çok anlaşılır bir dille yazıyor. Temel olarak doğal ebeveynlik tarafından anlatıyor zaten, duygusal destek dediğimiz şeyi temel alıyor. Gönül rahatlığıyla okuyabilirsin.
Bir de, asla söylenmemesi gerekenler nelerdir dersek,
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir:
‘Ağlama, ağlamadan anlat,’ – Çocuk zaten o an ağlıyor, senin orayı söndürmen gerek önce. Ağlama ağlama diyerek yardımcı olmuyorsun. Nasıl ki bebekken de şş pşş ağlama demek yerine ‘evet, zorlanıyorsun’ diyorduysak burada da aynısı geçerli, bir fark yok. Orada da çocuğun senden mantıklı bir şeyi duyup anlaması için aranızda ağlama engeli var. O anda çocuk girdaba girdi. Onun için önce ağlamayı çözüp sonra mantıklı şeyler söylemek gerek.
Bunun bir adım öncesinde, çocuk daha ayakkabıyı giyemeyip üzülmüşken duygularını dile getirmek var. Bu, çocuğa yardımcı oluyor.
Ama durum ağlamaya dönüştüğünde, çocuk kendini yerlere atar hale geliyorsa o çocuğun daha da fazla destek görmeye ihtiyacı var demektir. Fiziksel olarak kendini yerlere atacak kadar tepki veriyorsa daha çok tutulmaya ihtiyacı vardır. O durumdaki bir çocuğun anne babasının çok daha fazla çaba sarfetmesine ihtiyaç vardır.
Ağlama blokajını kaldırdıktan sonra da konuşmaya başlayabilir anne baba. O ağlama engeli kalktığında, ‘bana söyleyebilirsin gösterebilirsin, anlat, hmm bunu mu istedin?’ gelebilir.
İletişime engel olan o ağlama blokajı kalkmadan ‘ağlamadan anlat,’ demek bu yüzden işe yaramıyor.
‘Siz ona bakmayın, bırakın kendisi ağlasın’, ‘istediğin kadar ağla,’ demek o yüzden işe yaramıyor.
Zennube: Ya bunu bazen Alman annelerde görüyorum. Ama kınamak da istemiyorum bazen anne çocuğuna delirmemek, bağırıp çağırmamak için susuyor olabilir. İyi niyetli düşünmeye çalışıyorum, o annenin o an iletişim kurmayıp susması bağırmasından iyidir belki?
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: Ben de ilk gördüğümde ne kadar da katılar diye düşünmüştüm ama anne tarafından bakıp senin dediğin gibi düşünebiliyorum. Bir de belki baştan beri bizdeki gibi bir ebeveynlik vermedilerse, o tepki vermeme hali bizim düşündüğümüz kadar yaralamıyor olabilir. Sonuçta her ebeveyn-çocuk ilişkisi kendisine özel taşlarla döşeniyor. Yargılamadan önce daha geniş bir pencereden düşünmek gerek.
Bir yazar söylemişti, şimdi anımsamıyorum, ‘Çocuğa karşı öfkelendiğimiz o anda öfke bir seçim değil bir duygu. Ancak tam o noktadaki seçimimiz neyi davranışa dökeceğimiz oluyor.’ Genelde de duruma cevaben bağırmayı, tartaklamayı ya da bırak ağlasın demeyi seçenlerin kendileri de bebekken öyle davranılmış insanlar oluyorlar. Ebeveynlik de herşey gibi bize kendi ebeveynlerimizden aktarılıyor.
Zennube: Bu röportaj için soruları toplarken bana mesaj atan bir anne vardı. Bebeği 10-12 aylıktı. Ve anne, çocuğuna tahammül edemediğini söylüyordu. Sonrasında da çocuğunu hırpaladığı için çok üzüldüğünü söyledi. Bunu söyleyen annenin desteksizlikten tükenmiş olduğunu söyleyebilirim.
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: Durumu bilmeden konuşmak zor ama, desteksiz kalan annelerin bebeğe karşı öfke duyması çok normal. Desteksiz kalan herkesin tahammül sınırı düşer. Stresi artar. Bu annelere verebileceğim öneri konuyu biraz daha en başta konuştuğumuz gibi görmeyi denemek. Bebeğin/çocuğun hala küçük ve zorlanıyor olduğunu akılda tutmak. Ve mümkün olan her desteği istemeleri, öncelikle kendilerini rahatlatacak bir şeyleri halletmeleri. Çünkü bir bebeği tek başına büyütmek fazlaca ağır bir yük.
Zennube: Ben nispeten rahat bir ev yaşantısına sahibim yine de bazı haftalar yorgunluk biriktiyse, çok daha kolay sinirlenen biri oluyorum. Tepemin tası tak diye atmaya çok yaklaşıyor. Sonra da düşünüyorum ne ben bunu yaşamak için anne oldum ne de çocuğum bu gerilimi yaşamak için geldi. Esasında sadece bebeğe değil anneye de yazık oluyor. Hem durumu yaşıyor anne hem de sonra bu yaşadığı durumu yaşamış olmasına üzülüyor. Bende de böyle bu başka bir sürü arkadaşımda da öyle olduğunu duyuyorum.
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: Kesinlikle böyle bir iç ses döngüsü başlıyor. Ancak öf demenin, strese girmenin ötesine geçip tartaklamaya, şiddete yönelen annelerin öncelikle acilen yardım almasını, bunu çocuk değil kendisi için yapmasını öneriyoruz. Belli ki orada çözülmesi gereken bir şey var. Onu çözmeden ilerlemesi, suçluluğun altından kalkmasını beklemek başta annenin kendisine haksızlık. Kendi içlerindeki yaralı çocuğa ne kadar destek olurlarsa kucaklarındaki bebeğe de o kadar yardımcı olurlar.
Zennube: Peki bebeklerimizin kendilerine veya çevrelerine zarar verici şiddet davranışları? Kendi kafasına vuran, kafasını duvarlara vuran, anne babasına vuran/ısıran… Nedir bu sorunun en genel sebebi ve çözümü.
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: Tüm bunların çıkış noktası aynı. Çocuk bir zorlanma yaşıyor, bu zorlanma karşısında ne tepki vereceğini bilmiyor ve o zorlanmayı yaşarken sinir sistemi ayakta oluyor. O anlar az önce dediğim gibi, bunun zorlanma olduğunu fark etmek ve çocuğa cephe almak ya da yalnız bırakmak yerine destek olmak önemli. Kimi çocuk ısırır kimisi kafasına vurur kimi karşısındakine vurur, kimisi de kendini yerlere atar. Bebeklikten beri ‘yatırım yapılmış’, derdi dinlenmiş, şefkat görmüş ve güvenli bir alanı olan bebek/çocuk bunları keskin krizler halinde yaşamıyor. Daha yumuşak bir geçişle, o zorlanma anlarında anne babadan destek ala ala ilerliyor.
Çocuğun bu davranışına bakarken yaptığı harekete odaklanmaya gerek yok. (Isırma, vurma, tükürme davranışı odağa almak demek) Kafasına da vursa, ısırsa da, sebebi aynı: zorlanma. Bu zorlandığı kısma odaklanıp önce derdini anlamak ve destek vermek gerekiyor. Ebeveynlerin Önce içlerinden şefkatin ortaya çıkmasına izin vermeleri gerek.
Çocuğun kendine ya da etrafına zarar verdiği, kafa vurduğu, ısırdığı durumda önce hareketi kesmek gerekiyor. Bunu sinirlenerek değil şefkatle yapmak, çocuğu başka bir tetiklenmeye itmeyecek, ‘kızdırmayacak’ şekilde, sarsmadan hafifçe elini tutarak, ısırma anında ağzını ayırıp sarılarak yapmak gerek. Çocuk sarılmayı istemiyorsa serbest bırakıp yanında kalmak önemli. Bu sırada da ‘kendine zarar vermene izin veremem, sen benim için çok değerlisin,’ gibi şefkatli cümlelerle seslenmek etkili oluyor.
Çocuğum zarar veriyor, engellemeliyim derken başka bir soruna yol açacak şekilde sert ve sinirli, ani hamlelerden mutlaka kaçınmak gerek.
Hemen sonra, o zarar veren hareket kesildikten sonra o ana dair konuşmak geliyor. Nasıl ki ağlayan bebeği şşşş diye susturmak yerine derdini dinlemek gerekiyorsa, büyük bebek ve çocuklarda da aynısı geçerli. ‘Çok zorlandın. / Ben hayır dediğim için çok üzüldün biliyorum. / Oraya çıkmak istiyorsun farkındayım.’ gibi cümlelerle çocuğu anladığını hissettirmek önemli. Sonrasında da bunu neden yapmayacağını, neden hayır dendiğini kısaca, uzun ve karmaşık olmayacak şekilde anlatıp dikkatini başka bir şeye çekmek, başka bir şeyi önermek geliyor.
Örneğin; Ocağa elini uzatırken hayır dediğiniz çocuk kendini yerlere atarak ya da kafasına vurarak tepki veriyorsa, önce kendine zarar vermemesi için adım atmak gerek. En iyisi sarılmak derim ama bazı çocuklar o kadar yüksektir ki sarılmayı kabul etmez o an için. Bu durumda elleriyle kafasına vuruyorsa ellerini kafasından çekmek, kafayı yere vuruyorsa yerle kafası arasına elimizi koymak ya da minik bir yastık koymak gibi yöntemlerle hareketi kesebiliriz. Bu sırada kızdığını anladığımızı, hayır dememizin hoşuna gitmediğini bildiğimizi söylemek çok önemli. Bir de, sarılmak istemeyen çocuğa ‘ben buradayım, sarılmak istersen sarılabiliriz’ demek önemlidir. Sonrasında, ‘Orası tehlikeli, izin veremem ama istersen çekmecedeki tavalarla oynayabilirsin ya da kaşıkları dolaba koyup boşaltabilirsin,’ gibi alternatif sunmak iyi bir çözüm olabilir.
Bazen işe yarar bazense çocuk o kadar yükselmiştir ki çabuk sakinleşmez. Bu durumda ‘ne yaparsa yapsın, kendisi sakinleşsin’ diye bırakmak yerine şefkatli bir tavırla yanında olmaya devam etmek, sevmek, onun dilinden konuşmak önemli.
Zennube: Kızım bir dönem sevinse de üzülse de kendi kafasına vuruyordu, sana danışmıştık. Bize verdiğin öneri de yukarıdaki gibiydi. Ama işin doğrusu, ne biz ne kızım bu sözlere alışık olmadığından bir tuhaf oluyordu. Biz söylerken tiyatroda gibiydik: ‘Kendine zarar vermene izin veremeyiz, sen bizim için çok değerlisin,’ ağzımda yabancı duruyordu, kızım da garipsiyordu. Sonra sonra, 5-10 seferden sonra ben duruma alıştım, o andan itibaren kızım tam anlamıyla ne dediğimi ve hissettiğimi anlar oldu. Demem o ki, ilk andan itibaren mucize beklememek lazım. Bizim de bu yöntemlere alışmamız zaman alıyor, bebeklerin de.
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: Çok doğru. Ezberden kalıp cümleler yerine bu örneklerimiz bir bakış açısı sunsun anne babalara. Onlar çocuklarına hangi kelimelerle bu şefkati ve kendine zarar vermesine izin veremeyecekleri mesajını iletebiliyorlarsa onu seçsinler. Önemli olan mesajın çocuğa iletilmesi, robot gibi ezber cümleler kurup sonuç beklemek olmaz.
Burada şunu da söyleyeyim, anne ya da baba bebeğe güvenli ve konforlu bir alan sağladığında hemen durumda bir düzelme bekliyor. Oysa güven ve konfor, ‘anneye yapıyor,’ ‘nazı anneye geçiyor,’ dedirten bir rahatlama ve kaygının ortaya çıkması hali için de yer açabilir. Anında değişim beklemek yerine ortaya çıkacak bu duyguların da normal olduğunu bilmek önemli. Bu bir tamir süreci aslında. O çocuğun o ‘nazı’ yapmaya ne kadar ihtiyacı varsa o kadar yapacak. Belki 10 belki 20 kere. Bu tamir sürecinin sonunda ancak anne bebekteki davranışlarda değişim görmeye başlayabilir.
Bir de, diyelim ki aynı konuda 2 çocuğa hayır diyoruz. Birinin regülasyon kapasitesi daha geniş birinin daha dar. Biri daha kolay taşıp tepki veriyor, diğeri durumu daha kolay atlatıyor. İşte burada, durum ne kadar zorsa, çocuk ne kadar çığrından çıkıyor, aşırı ya da şiddetli tepkiler veriyorsa o çocuğun o kadar daha çok yardıma ihtiyacı vardır.
Zennube: Aslında ‘bırak ağlasın, bırak o öyledir,’ denen çocuklar demek çok daha fazla yardım bekliyor… Peki anne şart mıdır? Anne bu krizlerde yardım etmek istiyor ama kendini iyi hissetmiyorsa, sabredemiyorsa?
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: Eğer anne bu aşamada zorlanıyorsa, babaya devredebilir. Babaylayken kriz yaşandığında baba dayanamıyorsa anneye deveredebilir. Çocuğun ortaya koyduğu durum karşısında anne durumu kaldıramayacak, sakin kalamayacak haldeyse, en iyisi o anı atlatmak için sakin kalacak ve bebeğe o şefkati verecek babaya devretmek oluyor. Ya da babadayken şefkat gelemiyorsa anne devreye giriyor.
Eğer anne de baba da kendi içinde kaygılı bağlanmış, birbirine konfor alanı sunamayan kişilerse orada zorlanmalar daha ağır oluyor. İkisi de birbirini taşımadığı için işler çığrından çıkabiliyor. Bu tür ailelerin öncelikle kendileri için destek almaları çok önemli.
Ya da anne baba ikisi de kaçınmalı bağlanmış kişilerse çok zorlanılıyor. Anne baba kendilerinde bir bağlanma olmadığı için onu aktaramıyor. Çocuk ortada kendi halinde savruluyor.
Zennube: Peki bu bağlanma modelindeki anne babalar, terapi ile yol katedebilir mi?
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: Kaygılı bağlanmış kişiler daha kolay ilerler, bir tür bağ biliyordur. Kaygı vardır ama bağ da vardır. Terapistle kurulan ortamda güvenli bir ilişki sağlanır, kişi o ilişkide iyileşir. Kaçınmalı modelde kişi bağ bilmiyor, hatta durumun farkında değil. Bunu bir sorun gibi görmüyor muhtemelen.
Zennube: Bu yakınlarda Bağlanma isimli bir kitap okudum. Yazarları Amir Levine ve Rachel Heller. Kitap bugüne kadar hep çocuk ve ebeveyn arasındaymış gibi gördüğüm bağlanma türlerini bizim için açıklıyor. Eş olarak nasıl bir bağlanmamız var, ailemizden yadigar nelerimiz var… Bunun sonunda anladım ki eşim güvenli ben ise kaygılı bağlanan bir insanmışım. Bunun türlü sebepleri olsa da, işin ilginci yıllar içinde değişmiş ve kızımla kurduğum ilişkide güvenli bağlanmış olmam. Bu mümkünmüş meğer.
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir:: Bu mümkün. Farkında olarak, bir ilişkide iyileşerek bağlanma modelimizin değişmesi mümkün. O kitabı da henüz okumadım ama bir arkadaşıma hediye ettim. Yetişkinlerin bağlanma modellerinden bahsetmesi güzel. Böylece herkes kendisi ve etrafındakilerin bağlanmalarını algılayabilir. Bebeğin bağlanması de bulunduğu ortamdakilerle belirlenecek.
Zennube: Bağlanma en sevdiğim konu, girip de çıkamadığım. Şimdi, konuyu dağıtmalık sorularımı kendime saklayıp devam ediyorum.
Öncelikle, pazarlığa kapalı, kesin hayır denecek şeylerden sorayım. Örneğin kızım yol boş bile olsa kaldırımdan inmesin, bunu normal olarak görmesin istiyorum. Priz için de aynısı geçerli. Bu durumlarda sürekli tehlikeli tehlikeli diyerek çocuğu yormak istemiyorum ama sağlıklı bir şekilde öğrensin de istiyorum. Çok şey istiyorsun Zennube demezsen, ne önerirsin?
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: Evet sürekli hayır, tehlikeli, yapma demek anne babayla çocuğun ilişkisini de yoruyor. Bu tür tehlikeli şeylerde öncesinde bahsetmek, ‘’Bak birazdan ışıklara geliyoruz, yeşil yanana kadar beklememiz gerekiyor. Işıklardaki tuşa basmak ister misin? Kaç saniye var hadi sayalım’’ gibi bir yaklaşımla oyun içinde öğretebiliriz.
Zennube: Çocuğa tehlikeli şeyler dışında hayır, yapma, etme dememeye çalışıyoruz. Bunu bir yerlerde okudum ve aklıma da yattı. Çocuğa söylenen her bir hayır bir sınır koyarken bir stres de yaratıyor, keşfetmesine bir anlamda ket vuruyor. Bu yüzden, tehlikeli şeyler dışında evde pek hayırımız yok.
Amaa, dışarıda, restoranda ya da bir misafirlikte hayırlar artabiliyor. Orada maddi ya da manevi değeri olan bir şeye zarar vermesin diye, daha çok kısıtlıyoruz sanki çocukları. Örneğin misafirlikteki vazo diyelim. Evde ya vazo yoktur ya da evdeki vazoyu artık ellememesi gerektiğini onun yerine şu ya da bu alternatif bir şey ile oynayabileceğini biliyor çocuk. Ama misafirlikte geriliyoruz, etraf çekici şeylerle dolu, biz kırıp döksün istemiyoruz. Sürekli hayır hayır mı demeli? Kendini çocuktan mesul hissettiği için misafirliğe gitmekten çekinecek kadar içine kapanan anneler var, biliyorum.
Ya da kızımdan örnek vereyim; tehlikeli, sıcak, dikkatli ol gibi kelimeleri bilir, genelde de duraksar ve dinler bizi. En azından bir an duraksar bu da bize zaman kazandırır, atlayıp önleriz. Ama sırf bu kelimeler onu durduruyor diye de gerçekten tehlikeli olmayan şeylerde kullanıp değersizleştirmek de istemiyoruz. Misafirlikte de bu ikilemi yaşıyoruz, bol keseden tehlikeli bu dur evladım demek mi, yoksa daha az yorucu bir yolu var mı? Nedir bu işin doğrusu?
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: Misafirlik ve dışarıdaki bazı durumlar çok o ana özgü. Önceden ön göremezsin, öğretemezsin. Ama nasıl başkasının çantasını elletmiyorsak, başka birinin evindeyiz bunu ellemeden teyzeye/amcaya sormamız lazım gel soralım demek, sosyal ağla öğrenmesini sağlar. Belki ev sahibi izin verir, boşuna hayır demekten kurtulmuştur ebeveyn. Belki de ev sahibi çocuğun o şeyi yapmasına izin vermez ama bir alternatif sunar.
Zennube: Bak bu sosyal ağ ile öğrenme çok güzelmiş. Bazen çok odaklanıp çocuğa her şeyi biz öğretecekmişiz gibi hissediyoruz. Oysa böyle bir yol izlemek bizdeki yükü de alıyor.
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: Bunu yaparken şuna dikkat etmek lazım, ‘Ayşe Teyzesi, bak söyle kızıma, bu çekmece açılmıyor değil mi?’ gibi bir şeyden bahsetmiyoruz. Burada önemli olan doğal akışında, Ayşe Teyze ile ilişki kurması, Ayşe Teyzenin de gerçekten izin verip vermeyeceğini görmemiz. Yoksa Ayşe Teyze ile ilişkiyi de domine etmiş oluyor ebeveyn. Oysa çocuk orada başka bir ilişki kuracak biz izin verdiğimizde. Kimi çocuk şeytan tüylüdür kabul ettirir kendi isteğini, ikna eder Ayşe teyzeyi. Kimi durumda Ayşe teyze çok daha güzel bir alternatif sunar, gerilimsiz kapanır konu. Ben niye bunu elinden alayım ki çocuğumun diye düşünmek gerek.
Ev gezmelerinde, restoranlarda, sosyal hayatın içinde bu sosyal öğrenme üzerinden ilerlemek, çocuğun ilişki kurmasına izin vermek önemli.
Yiyecek konusu bunun en dikkat edilmesi gereken noktası. Ayşe teyze ya da garson abla ile ilişki kurarken ikram edilen yiyecek, alerji gibi sebeplerden dolayı önce size sunulmalı. Çocuğun ne yiyip yiyemeyeceğine anne baba bakmalı.
Ve tabii ki, ne kadar öğretilmiş olsa da çocukların tehlikelere çok açık olduğunu unutmamak gerek. Uzunca bir süre dikkakt edip gözeterek geçiyor yıllar çünkü ne kadar biliyoruz desek de çocuk tehlikeye yönelebilir.
Zennube: Pekiii, sınır koyalım, koruyalım derken bazen de kendi sesimizden yoruluyoruz. Biraz bunu sormak istiyorum. Ben artık parka bahçeye gidince özellikle, kızım gelip bana bir şeyler sorup göstermedikçe sesimi çıkarmıyorum. O anın tadını çıkarsın istiyorum. Bazı ailelerde gördüğüm, bazen kendimi de yaparken yakalayıp durdurduğum bir şey ‘sözcüklerin aşırı kullanımı’. Mesela parkta çocuk yürüyor, anne ya da baba sürekli bir dış ses halinde. ‘’Bak şu var, bak bu var, al o taşı tamam şimdi bırak. Ver kardeşe, al kardeşten. Dur sen bekle o kaysın hadi şimdi sende sıra koş.’’ Yetişkin olarak benim içim şişiyor, çocuğun yerinde olmak hiç hiç istemem. Var mı buna bir yorumun yoksa benim takıntım mı? Ne dersin?
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: Ebeveynler öncelikle neden bu kadar kelime çıkarttıklarına bakmalı. kontrol amaçlı mi ilişki kurmak için mi? Söylediğin şeyde şu var, bazen yansıtmayı fazla yapmak izlemeyi unutturabiliyor. Çocuğu izlemek aslında önemli olan.
Evet ortada çocuğun tanımadığı ya da başa çıkamadığı bir duygu varsa bunun adını koyması için çocuğa yansıtmamız gerekli. ‘Evet, üzüldün, kızdın’ cümleleri bunun için var. Ama bunda bile dikkat etmeli, 10 dakikalık bir ağlamada bunu defalarca kez söyleyip çocuğu bezdirmemeli, çocuğu gözlemeli, bunaltmayacak kadar söylemeli. Bazı çocuklar bu konuşmayı duymayı dahi istemez mesela o kriz anında. Önce duygusunu yaşayıp biraz ağlamak ister. Bu durumda illa duygusunu yansıtacağız demek yerine biraz müsaade edip. ‘Sarılmak istersen buradayım,’ demek öyle çocuklar için en büyük rahatlatıcı oluyor.
Zennube: Bir bonus sorum daha var. Sınır koyma ile alakalı değil ama şu sendromlu ufaklıklarımızın stresi ile alakalı. Şimdi, bu çocuklar büyüme adımlarında zorlandıkça krizler ya da ağlamalar oluyor, biz de bunlara çare arıyoruz ya. Bir de şu fazlaca aktivite yapma ya ya da bir şeyler öğretme isteği işin içine girince bana biraz zorlama geliyor.
2-3 yaş arası bir çocuk zaten gün içinde bir sürü şeyi deniyor, görüyor, yapamıyor belki ertesi gün ancak başarıyor. Bunların üstüne bir de, haydi yavrum kırmızı objeleri toplayalım, haydi şimdi 5 parça yap-boza geçiyoruz diye etkinlik kurgulamak ve ısrarla bir şeyler öğretmek bana erken ve zorlama gibi geliyor. Kırmızı objeleri toplatmak yerine günlük hayat içinde, ‘A kırmızı bardağı mı aldın, bende de mavisi var bak,’ demek daha doğal geliyor.
Aktivitelere yan gözle bakıp özenen ve kendini eksik hisseden bir tarafım da var. Sanırım bu soru o tarafımdan geliyor. Yorumun nedir?
Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir: Burada yine çocuğu izlemek önemli. Bir de anne babanın o öğretme halini neden yaptığı önemli. Mesela ben çocuğa tüm renkleri öğreteceğim çünkü benim çocuğum bunu bilmek zorunda gibi bir yerden bakıyorsa ebeveyn orada zaten kopuk bir durum oluyor. Yani çocuğunu izlemek yerine kendi istediği şeyleri öğretme haliyse bu. Bunlar genelde çocukla ebeveyn arasında bir ilişki olmadığı hallerde daha fazla oluyor. ‘Gel hadi seninle şunu oynayalım. Sen bana bardağı uzat yardım et, ben sana topu uzatayım,’ gibi bir doğal oyun ve ilişki hali çıkmıyorsa anne babadan o zaman ortaya ‘Aa bak top yuvarlak, kırmızı, hafif’ gibi öğretme telaşı olan bir şey çıkıyor.
Çocuğa hiçbir şey öğretmemek değil makbul olanı ama bunu derse çevirmeden, zeka kartları al, eşleştirme kartları al, bak sırada bu var haydi yeni bölüme geçiyoruz demek yerine çocuğa deneyim ve bilgiyi ilişki içinde doğal akışta aktarabilmek önemli. Kısaca ‘öğretmen moduna geçmemek’ önemli diyebilirim.
Çocuklar zaten sayıyı da rengi de ileride öğrenecek. Bunun için çaba sarfetmek yerine doğal akışında yaşamak, çocuk merakla soruyorsa ya da laf arasında bir şeyin rengini göstermek yeterli. Bunun için düzenek kurmaya, çocuğun öğretmeni olmaya hiç gerek yok. Önemli olan çocuğun sinyallerini takip etmek, sorularına ve ihtiyaçlarına cevap verebilmek, fazlasını sunup çocuğun başarmasını talep edip stres yaratmamak.
Çocuk küplerle oynamaya gidiyorsa onun yanında olup küplerle ilgili bir şeyler öğretirim, renkleri soruyorsa renkle ilgili bir şey öğretirim. Bazen bir çatalla bütün gün geçer, türlü şeylere yol açar. Bunu kaçırmamak için çocuğu izlemek ve onun akışında olmak önemli. Yoksa o anda ilgili oluşmamışken önüne bir aktivite çıkarıp öğretmeye girmeye gerek yok.
0-3 yaş için en önemlisi ilişkiyi kurmak ve ilişkide kalarak çocuğun ihtiyaçlarını gidermek, bağ kurmak, eşlik etmek. Zaten sonrasında çocuk merak ve istekle geliyor öğrenme aşamasına.
Zennube: Bir bonus daha var, bazen ‘evet şu anda kızdın’ deyip zaman tanımak yerine, ısrarcı olmak işe yarıyor. Örneğin: Türkiye tatilinde birkaç kez normal sandalyeye oturttu dedeleri ve sonrasında oturduğunda düştü. Neyse zaten evde yemek zamanı düzenimiz belli, kızım da mama sandalyesine oturur hep. Bu tatilden sonra şu başladı. Acıkmış, hamhamhamm diye evde gezinen bir çocuk, ne zaman ki mama sandalyesine oturtmak için kucaklıyorum o anda kendini kasıp oturmak istemiyor. Bir iki denedim oturtmayıp indirsem de bu sefer yine aç olduğu için tekrar kucak diyor, kucaklayıp oturtuyorum, yine kızıyor. Ben de artık kızsa da şak diye oturtuyorum ve hemen susup yemeye başlıyor. Bu kadarcık bir şey yüzünden kötü anne olmuyorumdur umarım?
Börte: Freud’un bir lafı var, ‘Ne yaparsan yap, zaten kötü olacaksın’ bunu baştan kabul etmek en güzeli. Ne yaparsan yap yanlışı da yapacaksın, çocuğun gözünde kötü de olacaksın. Ama bu verdiğin örnek büyük bir travma değil elbette. Güzel bir ilişki kurulmuşsa bu durumdaki çatışmayı zaten karşılıklı anlaşarak da bir yoluna oturtabiliyorsunuz. Yine de verdiğin örnekte şöyle açıklamalar iyi olur; ‘Evet, deden seni sandalyeye oturtmuştu, şimdi o yüzden istiyorsun. Ama yemek yerken mama sandalyesinde olman daha güvenli, bu yüzden izin veremem,’
Diğer bir konu da çocuğun istemediği şeye itiraz etmesi, her denileni robot gibi kabul etmemesi zaten sağlıklı olan. Bu sebeple biz ebeveynlere karşı itirazlar zaten sağlıklı süreçlerin işaretleri.
Zennube: Börte çok çok teşekkür ederim. Hem zaman ayırıp bu röportajı yaptığın için hem de her soruya uzun uzun, kitap gibi cevaplar verdiğin için.
——
Şimdi sevgili okuyucu senin de gözünün önünde bir kez daha Uzm. Kln. Psk. Börte Özdemir’e çok teşekkür ediyorum. Bilgisini cömertçe paylaşması, yüreğime su serpmeleri, nokta atışı çözüm önerileriyle evimizin aranan ismi olmaya devam edecek kendisi.
Buraya tıklayarak kendinisini Instagram’da takip edebilirsiniz.
Uzman Klinik Psikolog Börte Özdemir kimdir?
Çocuk ve ergen psikoloğu, oyun terapisti, ebeveyn danışmanı ve EMDR terapisti olan Börte hakkında detaylı bilgiye şuradan ulaşabilirsiniz.
Ben sizin için kısaca derledim:
Lisans eğitimini 2010 yılında İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde, yüksek lisansımı ise 2014 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programı’nda tamamladı. Uzmanlığımı “Bağlanma Boyutları ve Baş Etme Becerileri Arasındaki İlişkide İyimserliğin Aracı Rolü” adlı tez çalışmamı bitirerek aldı.
Çocuk ve ergenlerle psikoterapi çalışmaları, yetişkinlerle de ebeveyn danışmanlığı kapsamında bireysel psikoterapi çalışmaları yapan Börte, travmatik (duygusal ve fiziksel istismar/şiddet, cinsel taciz/tecavüz, kaza, ölüm, ameliyat vb.) yaşantılar, aile içi iletişim problemleri, doğum sonrası problemler ve kardeş kıskançlığı, yeme/uyku ve tuvalet problemleri, okula başlama ve uyum problemleri, boşanma süreci ve sonrası, korkular ve kaygı bozuklukları gibi alanlarda danışanlarına yardımcı oluyor.