
Ne kadar zor zamanlarmış… Ekim ayı benim geriye sarıp bugünlere gittiğim ay… Bugün o uyuduktan sonra çatlayan başımla gerilere gittim. Baktım, baktım… Bir sürü acayip fotoğraf. İlk ay mesela, çoğunda her anne gibi yorgun, yarı çıplak, çok azında emzirebilmiş, genelce aç… Zaman zaman duvarları çekmişim, göbeğimi çekmişim, tuvalette ağlamışım, fayansları çekmişim. Fotoğraf galerisinde bir banyo fayansı ama ben hangi gün, neden çektiğimi hatırlıyorum. Bir sürü notlar yazmışım kendime. Bazısını bloga koymuşum. Sonra eşi, dostu, akrabayı düşünüp kaldırmışım… Oysa ne çok şeyle başetmek için yazıyordum. Yazdıkça kalpten bir his çıkıyor, hafifliyor insan. Yazdıklarını başka insanlar okuyup anladıkça da kalbin genişliyor… Demek var öyle bir ihtiyacım. Bakmak lazım uygun bir zamanda… Sonra buraya geldik. Başka şeyleri yazdım kalbimi genişletmek için. Sonra… Uzatmayayım, sanki dilim lâl oldu. Sadece buraya değil, bloga değil, kendim için de yazamaz oldum ve o zamanlardan beri de biraz içsesimi duymakta zorlanıyorum. Duysam da, şöyle yazıp döküp kafayı netlemek gibi olmuyor. Belki bu ay, belki sonra, yazıysa yazı, videoysa video, kendime ya da evrene, bir şeyler dökmeye, bir şeyleri içimden dışarı atmaya niyet ettim. Bu kez, eşi dostu, İstanbul’u, Hamburg’u, “birileri bana ne der”i düşünmemeye de niyet ediyorum. Burası “görülmek” için güzel bir yer. Sadece bazen korkutucu. Eğer görülmekle ilgili korkutucu hisleri çözersem, yeniden cesaret edebilirsem sizlerle de paylaşıp bundan mutluluk duymayı çok istiyorum. Ama yapamazsam bile, kendi zihnini döküp toplamak için, içimden bir insan çıkmasının yıl dönümü de yaklaşırken, şimdi başka şeyler doğurmaya hazırım gibi geliyor… Genelde “amma da kendine sardın, sanki çok önemlisin!” diyen iç sesim şimdi de konuşuyor, ben de he diyorum. Gerçekten çok önemliyim. Hangimiz önemsiziz ki allah aşkına? Önemimi kendime geri vermeye karar verdim. Arkası gelsin inşallah .