Almanya’daki ilk kurumsal işimden notlar

Belki bilenler vardır, kızıma hamile olduğum 2016 yılında ara verdiğim iş hayatıma, kısa projeleri ve çeyrek zamanlı işimi saymazsak 2020’de döndüm.

Başka bir ülkede, bana ait diyemeyeceğim bir rolde üstelik. İşi nasıl bulduğum ve nasıl kendi alanımın dışına çıktığım bambaşka bir yazının hatta keşke imkan olsa, videonun konusu olur. Ona da geleceğim çünkü ihtiyaç olduğunu biliyorum.

Ama şimdi, baştan beri süreli olan, sonradan bir miktar daha uzatılan iş sözleşmemin bitmesine haftalar varken, geriye dönüp dönüp nereden geldim, nereye gittim, ne kattım kendime, neyi geride bıraktım bunları düşünürken buluyorum kendimi.

Bir annenin annelik izni için ayrıldığı süre boyunca, (benim durumumda 14 ay, yakında dönecek sevgili anne eski rolüne ve benim görevim bitecek), bir yenilenebilir enerji firmasında satış koordinatörlüğü yapıyorum. Bu rolün altını dolduracak becerilerin hepsi bende yoktu fakat yöneticimin baktığı anahtar değerler tutmuş olacak ki, denememe ve aslında bu rolün içinde büyümeme de imkan vermiş oldu.

4 yıl aradan sonra işe, pandemi zamanında, homeofis olarak ve yarısı Alman, yarısı tüm dünyalı bir ekiple dönmek hem heyecanlı hem de çok zordu.

Bunun büyük bir bölümü benim bu pozisyona zihnen kendimi sokmamın zaman almasıydı. Bir kısmı, önceki çalıştığım organizasyonlardan dolayı Amerikan kültürüne ve iş/iletişim tarzına olan yatkınlığımdı. En büyük şansım ise Türkiye’de uzun yıllar yöneticim olan kişinin Alman ekolünden gelmiş olmasıydı.

Aa bir de, geride bıraktığım meslek dalında anlamlı olan tecrübemin bu yeni alanda sıfırlanmış olması zordu. Elbette ekip de yöneticim de geçmiş yıllarımın hatırını sayarak yaklaştı ama aslında bu topraklarda ve bu alanda bir yeni mezun gibiydim bazı günler.

Şimdi geriye dönüp bakınca, iyi ki yapmışım dediklerimi sıralayayım önce:

İyi ki, onboarding denen işe alındıktan sonraki alışma ve eğitim döneminde, en baştan kendimi “deneyimli ama bu alanda bilgisi az olan biri” olarak tanımlamış, altını çizmiş, yeri geldiğinde de geçmiş tecrübemden kısaca bahsetmişim. Alan aynı olmasa da insanlar eski işini tutkuyla yapmış ve genel olarak iş yaşamına dahil olmaya istekli birini görünce daha verici oluyorlar bence.

İyi ki, “bir süre sizi sorularımla yorabilirim” dedikten sonra arkasında durmuş, çekinmeden, beni bilgisiz göreceklerini düşünmeden danışmışım sıkıştıkça. Bir şeyi bilmemek değil, soru sormayı bilmemek, önlenebilir hatalar yapmak sorun bence. Akıllıca sorulan sorularla zaten kafamızın çalıştığını göstermiş oluyoruz ek bir çaba sarfetmeden.

İyi ki, yeni atandığım ekiplere (iki üç ayda bir yeni 2-3 projeye bakmak gerekebiliyor ve tüm bu proje satış ekibine satış koordinatörü destek veriyor) önce kendimi tanıtıp sonra, “maalesef şu anda proaktif çalışamıyorum yeterli iş bilgim olmadığını için. Acil çözümler gerektiğinde hızlıca daha deneyimli arkadaşlarımdan destek alabilirim. Diğer aciliyeti az olan tüm görevlerle direkt ilgilenebilirim” bilgisini vermişim. Çoğu ekip kimin işe ne zaman girdiğini bilmiyor. Bir başka kordinatörden istediğinde belki 1 saatte gelecek iş, ilk aylarda benden 2 saatte geliyordu. Bu, krizlere yol açmasın diye, ben önden rica ediyordum bana mümkün olan en erken adımda haber verilmesini. Ki zaman alacaksa, oturup dersimi çalışabileyim.

İyi ki sektör bilgimin az olmasına takılmak yerine, her iş iştir diyebilip düzgün bir iş teslim etmeye odaklanmışım. E başka ne olacaktı ki Zennu diyebilirsiniz. Fakat benim zihnime göre sektöre hakim olmadan işe soyunmanın yeri yoktu. Bunu biraz gözyaşı ve yontulma ile hallettim.

İyi ki, rolümün altında ezilmemişim. Bunun büyük kısmını kendi dengim olan ekip arkadaşlarıma borçluyum. Şöyle ki, Türkiye’den kalan zihnim, her ne kadar çok havalı organizasyonlarda çalışmış olsam da butik yerlerdi ve hiyerarşi sorunu pek yoktu. Fakat kurumsal hayatla tüm temaslarım adeta bir hiyerarşi dünyasına girişti.
Buradaki işim de oldukça kurumsal olunca, aklım hep yüksek hiyerarşiyi aradı. Ben de oturdum gözlem yaptım. “koskoca” müdürlere herhangi bir kişinin, alanında hakim olduğu/işini etkileyecek bir konuda “horoz gibi” diklenip, saygıyla ama inatla görüşünü savunması beni çok etkiledi. Hiyerarşi maaşlarda ve pozisyonlarda olsa da, bir konuda “o iş öyle olamaz, kusura bakmayın bu adımları es geçemeyiz” diyebilmek çok rahatlıkla mümkündü. Bunu ekip arkadaşlarımdan görüp hemen aldım ve severek uyguladım. Amaç elbette kuru kuru horozlanmak değil, gerçekten işin iyi ilerlemesi için gereken bir adımsa bunu açıklayıp arkasında durmak. Burada kendime puanım, diğerlerini gözlemleyip cesaretle (çünkü benim için zordu bu hiyerarşi kafasını kırmak) uygulamış olmak.

Başka bir iyi ki, beni bir sebeple zorlayan, iş konusunda anlaşamadığım birinden kaçmamış olmam. Evet tırnaklarımı yedim ve bazı gergin mailleşmeler boyunca belki kıvrandım ama dışarıya karşı serin ve yapıcıydım. “İstersen iş tanımınım üstünsen geçelim,” diyen birinden kaçmak yerine(eskiden kaçardım), bence de görüşelim ama görev tanımım için değil, iletişim kurmak için diyebildim. Ve bilin ne oldu? Güzel geçen bir yarım saat, “burada tecrübesiz olabilirim ama işimi düzgün yapmaya çalışan biriyim” mesajıyla “tamam seni anladım” alışverişi… Bir daha hiç sorun yaşamadık. Evet gergin işler oluyor aramızda ama bence iyi bir yerde dengedeyiz.

Aa bir iyi ki de, iyi ki, Akdeniz canlılığı ile bir şeylere atılırken, kendime sınır çizebilmişim. Buraya işle taşınan bazı arkadaşlarımdan bildiğim bir sorun vardı. “Ben göçmenim, çalışkan, üretken olup kendimi kanıtlayayım ki beni boşa işe almadıklarını hissettireyim” diyerek yapabileceklerinden fazlasını omuzlayınca, sonuç hem yorucu oldu hem de birazdan açıklayacağım gibi, kariyerlerine de hizmet etmedi. Benim şansım bu örnekleri görmek olmuştu. Eski işlerimde de tutkuyla çalışıp gecemi gündüzüme kattığım çoktu. Eğer bu sınır çizme konusunun önemini kavramasaydım çok zorlanırdım. Neden? Sadece iş yükünden mi? Hayır. İş yükünden ezilip, yorulmak zaten cepte fakat daha kötüsü, “göze gireyim” diye atılan bu adımın sonu yorgunluk ve kalitesiz iş teslim etmeye varırsa, “bu kişi kendi iş yükünü planlayamayacak durumda, rolüne hakim değil” mesajı veriyoruz dışarıya.

Ben bunu önlemek için hep dürüst oldum, alamayacağımdan fazla projeye girmedim. Bazı yoğun haftalardan sonra boşa çıkınca hemen proje almak yerine, “birikmiş ufak tefek çok iş var elimde, onları halledip yeni proje alayım” diyebildim.

Ve son olarak, iletişim şeklimizin farklı olduğunu (low context/high context) kabul ederek ve bilerek iletişim kurdum. İma kültürüne burada yer yok. Kimseye tavır alarak, ima ederek mesajınızı veremezsiniz. Verebilseniz de omuz silker geçer. Beden diliymiş, maili sert yazayım, laf sokayım da anlasın vs vs burada hiç işlemez ya da blöf yapayım derseniz cümlelerin birinci anlamları gerçek kabul edildiği için blöfünüzün sonuçlarını afiyetle yersiniz. Direkt iletişim, eleştiri veya yorum almak sizin için zorsa buraları mutlaka kendi üstünüzde çalışın derim.

Gelelim, hâlâ baygınlık geçirmeden okumaya devam edenler için, keşke dediklerime bakayım.

Keşke, yukarıdaki pek çok iyi ki dediğim şeyi kendim akıl etmek/sancıyla öğrenmek yerine bir koçtan destek alsaydım bazı çıkmazlarda. Gerçi ben çok şanslıyım ki bir telefonun ucunda İstanbul’da Burcu Karakurt, diğerinde Hamburg’da Gülru Erkmen, iki yakın arkadaşım, ikisi de koç, az çekmediler beni. Ama yine de, şimdiki aklım olsa ilk maaşımı alır almaz bir kariyer koçuyla, doğuma hazırlık yapar gibi kariyerimdeki bu yeni ülkeye ve kültüre hazırlık yapardım. Neyse ki sınır çizme konusunda beni arşa taşıyan terapi bu dönemde can simidimdi.

Keşke, sevmediğim işleri sona bırakma huyumdan daha erken vazgeçseydim. Gerçek üretkenliğim sevmediğim işleri yapmakla barışınca başladı diyebilirim. Ve tabii bazı işleri araya sıkıştırma eğilimim vardı. Baktım bazı arkadaşlarım rutin görevleri, işte ne bileyim saat/iş/mesai işlediğimiz tabloları falan doldurmak gibi proje dışı işler için takvimlerinde bir saat ayırıveriyor. Hiçbir şeyi araya sıkıştırmaya çalışmıyor. Ne kadar basitti ama bana uzaktı, aydınlandım işte. Benim gözümde proje işleri ana işti, “ıvır zıvırlar” da ıvır zıvırdı. Bu bakışımı değiştirip, efendi efendi saatimi ayırıp sakince, sıkıştırmadan halletmeye alıştım.

Bir başka keşke, o an kalbim elverseydi de bu kariyer değişimini daha korkusuz karşılayabilseydim. Sivil toplum ve sosyal projeler dünyasından, birden aşırı kurumsal bir devasa şirkete geçmek, yıllarca yatırım yaptığım şeylerin havaya uçup yerine bebek adımlarla, üstelik gelecekte uzun yıllar yapmak isteyip istemeğimden emin olmadığım bir işin gelmesini bu kadar büyütmeseymişim gözümde. Yaşa ve git, ne olacak ki? Ama işte böyle yaşanması gerekiyormuş demek.

Keşke, ilk performans değerlendirmeme girecek kişilerin kim olduğunu, tavırlarını vs önemsemek yerine daha nokta atışı adımlarla, tak tak tak olabilseydim. Bu konunun bağlandığı yer benim yumuşak karnım: Yöneticimi seveyim, o beni rahat hissettirsin dağları delerim. Yok gözler iğneli bir biçimde üstüme gelsin, paralize olup kalayım… Ya da kimse iğneleyici bakışlarla bakmıyorsa da, “alışık olduğum ve olmadığım” insanların karşısında özgüven halim şekil değiştirdiği için, “kesin bu dediğimi yanlış ifade ettim. Kesin bu dediğimi, şu beni daha az tanıyan kişi yanlış anlayacak…” Gibi kaygılar beni donduruyordu. Bu ülkeden bağımsız bir konu gibi dursa da, yüz ifadelerini, kodlarını henüz çözemediğim kültürden yöneticilerin karşısında bir miktar özgüven kaybı mı denir, gerginlik mi denir yaşamak normal bence.


İşimizi iyi yapıyorsak ve kendimize güveniyorsak ışıl ışıl parlıyoruz. Dışarıdan kimin baktığınım hiçbir önemi kalmıyor. Bakanın hangi kültürden olduğunun bile bir noktada önemi kalmıyor. Bunu zamanla çok güzel anladığımı düşünüyorum ama birileri beni bu konuda eğitseymiş/tecrübe paylaşsaymış da fena olmazmış ilk turda.

Bir başka keşkem ise, keşke kendi ekiplerimin dışındaki dünyayla biraz daha temasım ve networking şansım olsaydı. Bunun büyük bir kısmı covid yüzünden baltalansa da, yine de elimde olan bazı imkanları çok iyi değerlendiremediğime eminim.

Telefonda yazdığım için elime kramp girmeden bırakayım. Üstüne konuşulacak çok şey var ama kısaca böyle.

Sanırım kabaca iyi ki yapmışım ve keşke dediklerim bunlar.

Almanya’da ya da başka bir Avrupa ülkesinde çalışırken, benim gibi alan değiştirirken işinize yarayabilir belki diye paylaşmak istedim. Aklıma gelirse eklerim.

Sevgiler
Z.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s